
Kitabı okumayanlar, ne anlatmak istediğimi anlayamayacaklardır. Ancak okuyanlar, yukarıdaki paragrafın kitabı anlatmak için çok çok çok yetersiz kaldığını ifade edeceklerdir ki haklılar da.
Henüz okumayanlara biraz daha yardımcı olalım. Sanırım birazdan kuracağım cümle sizleri hem kitap konusunda meraklandıracak hem de yukarıda anlattıklarımla neyi ifade etmek istediğimi daha anlaşılır kılacaktır. Şimdi sıkı durun, söylüyorum ; Romanda takribi (300) üç yüz ayrı karakter var. Evet yanlış duymadınız; bu benim sayabildiklerim, daha bile fazla olabilir.
Peki romanın baş karakteri? Bu şahısların hepsi baş karakter. Kitapta hepsinin hikayelerini okuyorsunuz. Ama bu bir hikaye kitabı değil, bir roman. Önce bir karakterin hikayesini okurken, onunla ilintili bir başkasına geçiyorsunuz, sonra yine onunla ilgili bir diğerine, sonra diğerine, sonra diğerine derken nereden başladığınızı unutuyorsunuz. İşte Ayfer Tunç size tam o noktada öyle bir oyun oynuyor ki, karakterlerin birbiri ile bağının tam da koptuğunu düşündüğünüz an da belki elli, belki de yüz sayfa öncesinde tanıştığınız bir karakteri hiç aklınızda yokken karşınıza çıkarıveriyor.
Sonra da size tabir-i caiz ise Ayfer Tunç'un yazarlığı karşısında şapka çıkarmak kalıyor. Yüzlerce karakteri mantık hatası yapmadan bir romanda harmanlamanın ciddi bir zeka ve emeğin ürünü olduğu şüphesiz.
İlerde yazar olmak istiyorsanız, ya da küçük çaplı karalamalarınız var ise bu kitabı okumanızı şiddetle öneriyorum. Emin olun ufkunuzu fazlasıyla genişletecektir.
Ayfer Tunç bu kitapla edebi dehasını gözler önüne sererken, resmen kalemiyle dans etmiş. Öylesine dolu ve donanımlı, insanlara karşı gözlem yeteneği öyle güçlü ki, hikayeden hikayeye geçerken sanki hiç yorulmamış gibi.

Bu kitabı okumaya başlamadan önce, ona geniş bir zaman ayırabileceğinizden emin olun. Romanın kurgusunu kaçırmamak için, her gün düzenli okumalısınız. Eh Ayfer Tunç'un bu emeğine karşılık bu ihtimam da çok değil sanırım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder