28 Aralık 2015 Pazartesi

İnsan Ne İle Yaşar? - TOLSTOY

Rus Edebiyatı"İnsan Ne İle Yaşar?" içinizi ısıtacak, hayatın anlamını sorgulamanıza neden olacak, derin düşüncelere sevk edecek, üç kısa hikayeden oluşan bir kitap. Tolstoy gibi dünya edebiyatının dev bir ismi ile tanışmak için kısa bir girizgah gibi bu eser. Kısa hikayeler ile vermek istenilen mesajı derinlikli, hissettirerek yaşatarak iletmesinden etkilenmemek mümkün değil. Tabi gerçek sanatçıları, yazarları efsaneleştiren de bu yetenekleri değil mi?

Kitaptaki ilk hikayenin başlığı, aynı zamanda kitaba da ismini veren, "İnsan Ne İle Yaşar? ", ikinci hikaye  "İnsanın Ne Kadar Toprağa İhtiyacı Var?" ve sonuncusu " Bey ile Uşağı" özünde her üç hikayenin de vermek istediği mesaj birbirine oldukça yakın, ancak bu iletileri farklı yollardan okuyucuya ulaştırıyor yazar. Hayata asıl anlam katan değerin maneviyatta, sevgide saklı olduğunu, bunun bilincine varamamış, maddiyat peşindeki insanların, nasılda felakete sürüklendiklerini anlatıyor satırlarında. 

5 Aralık 2015 Cumartesi

Yaşama Felsefesi - NERMİ UYGUR

felsefeFelsefe ile ilgilenenlerin çoğu batı felsefesi ile haşır neşirdir. Descartes, Kant, Spinoza, Schopenhauer ve daha niceleri. Kimimiz de Hinduizm, Budizm gibi doğu felsefesine ilgi duyar, bazılarımız İslam felsefesine. Elbette felsefeyi anlamak, tarihini iyi bilmek ve mihenk taşı olmuş filozoflarını özümsemekle mümkündür. Peki ya Türkiye'de felsefe ? Hilmi Ziya Ülken, Macit Gökberk, Takiyettin Mengüşoğlu, Nermi Uygur, İsmail Tunalı, Aydın Sayılı, Cemal Yıldırım, Bedia Akarsu ve daha niceleri. Bence kendi ülkemizin düşünürleri ne yazık ki hak ettikleri değeri ve önemi görmüyorlar. 

Ya da olaya tam tersinden giriş yapalım. Felsefeye ilginiz olmayabilir, anlaşılması güç felsefi metinleri okumaktan hoşlanmayabilirsiniz. Filozoflar ile tek alakanız, sosyal medyada çokça görülen özlü sözlerini, paylaşmak ve beğenmekten öteye geçmeyebilir. 

29 Ekim 2015 Perşembe

Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş - JOSE SARAMAGO

kitap"Ertesi gün hiç kimse ölmedi." Kitap bu cümle ile başlıyor. Bir an için kulağa çok hoş geliyor, öyle değil mi? Ölümsüzlük vukû  bulsa, zaman ilerlese ,ancak hiç kimse ölmese. Siz ve sevdikleriniz sonsuza dek yaşasa, tıpkı pembe bir hayal gibi. Ne güzel olurdu, değil mi ? Bence bu soruya José Saramago'nun "Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş" kitabını okumadan, aceleyle cevap vermeyin. Zira kitabı okurken, ben; "iyi ki ölüm varmış" noktasına kadar geldim. 

José Saramago oldukça farklı bir yazar, kuralların dışındaki yazım tarzı, hayatın doğal akışına inat sıra dışı konulara değinmesi, yaşarken sorgulamadığımız pek çok konuyu kendi kendimize sormamıza sebep olması ile diğer pek çok yazardan ayrılıyor. Bu kitap da diğer kitapları gibi imlâ kurallarından bağımsız yazılmış. Nokta ve virgül dışında işaretlere yer yok, konuşma imlemeleri yok, satır başları bile kuralsızca konumlanmış. Peki bu durum okumayı ve anlamayı güçleştiriyor mu? Kesinlikle hayır, bilakis ben çok zevk alarak ve kolaylıkla okudum. 

4 Ekim 2015 Pazar

Kürtler Cumhuriyet'e Neden İsyan Etti? - AHMET ÖZER

Şeyh Said isyanıGünümüz şartlarına anlam verebilmek, ancak geçmişi bilmek ile mümkün. Özellikle son zamanlarda, ülkemizdeki kaos ortamında, pek çok kavram birbirine girmiş durumda. Terör mü, kürt sorunu mu? Çözüm süreci nerde başladı, nerde bitti, amacına neden ulaşamadı ? Tarafların talepleri nedir? Neyi paylaşamıyoruz? sorularına farklı kesimlerden, farklı yanıtlar verilmekte. Özellikle benim gibi ülkenin batısında yaşayıp, doğusu üzerine ahkam kesmek ise işin en kolayı. Ancak "anlamak" istiyoruz. Anlayabilmek için de yüzümüzü geçmişe dönmek zorundayız. Cevabın geçmişte saklı olabileceğini düşünerek, Ahmet Özer'in kitabını okumaya  karar verdim.

24 Eylül 2015 Perşembe

Acı Çikolata - LAURA ESQUIVEL

Latin Amerika EdebiyatıMasal tadında bir kitap okudum. "Acı Çikolata", büyülü gerçeklik tarzında yazılmış bir roman, yani bir nevi modern masal. Kimi anlatımlar özellikle abartılmış, ancak bu abartı; uyumsuz durmanın ötesinde, yerinde ve anlaşılır vurgular sağlıyor. 

Kitap kapağında da belirtildiği üzere, içerisinde yemek tarifleri, aşk ve kocakarı ilaçları bulunan bir hikaye. Yemeğin hayattaki anlamı ve ağırlığı öylesine incelikle anlatılmış ki, hayran olmamak mümkün değil. Hani hep derler ya; yemeğin lezzeti, o yemeği yapan kişinin ona kattığı sevgidendir, diye. İşte bu hikaye duyguların yemekler yoluyla anlatımı, bu yolla insanlara aksettirilişini ifade ediyor. 

Aşkın hüzünlü gözyaşları ile harmanlanmış bir yemek, yiyenleri hüzünlendiriyor. Öfkeli bir yüreğin, hırçın ellerinde yemeğe bulaşan kan damlaları, zehirliyor insanları. Peki, ya aşkın şehveti bulaşırsa yemeğe ? 

17 Eylül 2015 Perşembe

Genç Bir Köy Hekimi - MİHAİL BULGAKOV

doktorÜniversiteden yeni mezun olmuştum. 22 yaşındaydım. Elime verilen kağıtta, "Mimar, unvanını almaya hak kazanmıştır." yazıyordu. Ancak ben ne kadar mimar idim, bu mesleğin gerektirdiği bilgiye, etki ve yetkiye ne kadar sahiptim, emin değildim. Bir otel inşaatının şantiyesinde göreve başladım. Otel katları arasında geziniyor, ölçüler alıyor, işçilere talimatlar veriyor, şantiyenin bir köşesinde, ofis olarak düzenlenmiş odada, masamın başına geçip çizimler yapıyordum. Minyon yapım ve yaşımın küçüklüğü ile küçük bir kız çocuğunu andırdığımın farkındaydım. Bu nedenle mümkün mertebe dik yürüyor, yüzüme ciddi bir ifade takınıyordum. Bazen olmadık zamanlarda ofisin kapısı açılır, dışarıdan gelen bir yabancı "Mimar nerede?" diye sorardı. Böyle zamanlarda eskizlere eğilmiş başımı kaldırır, sırtımı dikleştirir, yüzüme ciddi ve sert ifadeyi takınarak; "Mimar benim" derdim. Ancak içten içe "Bu adamda nereden çıktı, inşaat da bir sorun mu var, ya  çözümlenemeyen bir detay varsa, buna yanıt vermem istenir de ben cevabı bulamazsam" diye paniklerdim. 

11 Eylül 2015 Cuma

Beyaz Kale - ORHAN PAMUK

tarihOrhan Pamuk'un pek çok eserini okuyup keyif almış olmama karşılık, Beyaz Kale ne yazık ki üzerimde aynı etkiyi bırakmadı. 1990'lı yıllarda okuduğum bu kitabın o dönemde üzerimde nasıl bir tesir yarattığını ve konusunu dahi unutmuş olarak, yeniden okumaya karar verdim. Kitap sade bir anlatıma sahip lakin konu sürükleyici değil. Daha doğrusu kurguya düz mantıkla bakmamak, gerisindeki özü kavramak gerekli. 

Eser 17.yy Osmanlı döneminde geçiyor. Ancak bu; kitabı, tarihi bir roman yapmak için yeterli değil. Zira konusu tamamen kurmaca. Yani tarihten belirli noktalardan kesitler alınıp, üzerine hayali temalar ile hikaye oluşturulmuş değil.

31 Ağustos 2015 Pazartesi

Anayurt Oteli - YUSUF ATILGAN

Yusuf Atılgan ile ilk tanışmamız, "Aylak Adam" ile oldu. Atılgan'ın hayat hikayesini okuduğumda bir ayrıntı dikkatimi çekmişti: "Aylak Adam" romanını okuyan bir okuru, romandaki kadın karakter B. ile benzeştiğini iddia ederek, Atılgan'a mektup yazmış, bu mektuplaşma uzun süre devam etmiş, yazar ile okuru arasında bir aşk ilişkisinin doğmasına sebep olmuştu. Ancak ne olduysa ilerleyen zamanlarda ikili ayrılmış, bu ayrılıkları üç yıl sürmüştü. 

İşte bu üç yıllık zaman aralığında Yusuf Atılgan, Anayurt Oteli'ni yazar. Romanın ana karakteri Zebercet, bir nevi yazarın kendisidir. Kitabı okuyanlar arasında Atılgan'ın ayrı olduğu sevgilisi de vardır, elbette. Kitabı okuduktan sonra, sevgilisi Atılgan'a geri döner ve daha sonraki yıllarda evlenirler. 

30 Ağustos 2015 Pazar

Bir Kadının Yaşamından 24 Saat - Bir Yüreğin Ölümü - STEFAN ZWEIG

Stefan Zweig'ın yayımlanmış pek çok eserinin olmasına karşılık, "Satranç" içlerinden en ünlüsüdür. Benim de yazar ile tanışmam bu yapıt ile olmuştu. Kısa bir kurguyu, ana karakterin ruhsal analizi ile derinlikli işlemesi oldukça etkileyici idi. Bunun üzerine, Zweig'ın diğer eserlerini de okumaya karar verdim. 

Can yayınlarından çıkan bu kitapta, adından da anlaşılacağı üzere, Zweig'ın iki uzun hikayesi mevcut. Kısa sürede okunabilecek, okuyucuyu çok fazla zorlamayan ancak hikayelerin sonunda düşündürüp, kendi kendimizi sorgulamamıza sebep olacak iki hikaye. 

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Sisifos Söyleni - ALBERT CAMUS

SisifosYaşamın gerçek anlamı nedir? Ya da gerçekten bir anlamı var mıdır? Hayat gailesi içinde sürekli bir çaba içindeyiz. Yetiştirilecek işleri bitirmeye çalışıyor, ayakta kalabilmek için para kazanma gayreti gösteriyoruz. Bunun için birbirine benzeyen günleri peşi sıra yaşarken, yarına dair planlar yapmaktan da geri durmuyoruz. Bir gün gelecek iş bırakılacak, emekliye ayrılıp sakin bir yerlere yerleşilecek, belki bahçeli bir evimiz olacak, yılda bir iki kez dünyanın görülecek mekanlarına seyahatler yapılacak. Ne zaman? Yarın, hep yarın, peki o yarın sizi neye yaklaştırıyor? O beklediğiniz gelecek zaman, ölüme biraz daha yaklaştığınız an değil mi? Bir yandan ölümden kaçarken, bir yandan da ölüme yaklaşma çabası uyumsuz ya da absürd değil mi ? 

O halde yaşam, yaşamaya değer mi? Albert Camus'un Sisifos Söyleni'de başından itibaren cevabını aradığı soru bu. Bakın bunu nasıl ifade ediyor;

18 Ağustos 2015 Salı

Meyyâle - HIFZI TOPUZ

Hıfzı TopuzGeçmişi asık yüzlü tarih kitaplarından okumak, olaylara ön yargısız ve objektif bakabilmek adına en doğru yol olsa da; bir sinema filmi ya da bir romanın içinden geçmişe bakmanın  yeri bir başkadır. Tarihteki bir olayı, bir roman kurgusu içinde, yazarın hayal dünyası ile harmanlayarak, farklı bir bakış açısı ile görmek, geçmişi anlamayı kolaylaştırdığı ölçüde, kolay kolay unutmamamızı da sağlar. 

"Meyyale" Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerini, gerçek bir yaşam hikayesinden yola çıkarak anlatan bir roman. Dönemin siyasi ve uluslararası gelişimlerinin gerisinde kalmış bir imparatorluğun, bir yandan kendini yenileme çabalarını, bu çabalara engel olma gayretlerini, taht kavgalarını, iktidar ve gücü elinde bulunduranların bir günde al aşağı edilebildiği güvensiz bir ortamı, duru bir dille, fazla süslemeden anlatmış yazar.

19 Temmuz 2015 Pazar

Masumiyet Çağı - EDITH WHARTON

AmerikaToplumsal kurallar ile karşı konulması güç tutkularımız arasında kaldığımız anlar olmuştur, mutlaka. Çoğu  zaman toplumun, dişli çarklar misali insan duygularını, hayallerini ezen gelenekleri karşısında, arzularımızı sineye çekip bir kenara çekildiğimiz de olmuştur, muhtemelen. Her ne kadar, yaşanılacak tek bir hayat olduğunun bilincinde olsak da, atalarımızın örüp, bizlerin yıkmaya cesaret edemediği o duvarlar arasında hapsolmuştur, ömrümüz. Yıllar geçip, yaşamın son demlerine varıldığında “keşke” deyip iç geçirmek ise pişmanlıkların en acısı olsa gerek.

Masumiyet Çağı, Amerikan Sosyetesinin kendi yarattığı ahlaki kurallara, kendi hayatlarını heba edişlerinin öyküsüdür. Kitabın başından itibaren, tutku dolu bir aşkın, çevrenin katı gelenekleri nedeniyle bir türlü yaşanamayışına tanık olursunuz.

11 Temmuz 2015 Cumartesi

Kürk Mantolu Madonna - SABAHATTİN ALİ

İnternet sitelerinin en çok satan kitapları sıralamasında daima ilk sıralardaydı. Mavi kapağı ile bir köşeden bana seslenip; "Hadi beni al ve oku !" der gibiydi. Ama ben ısrarla kitabı almamakta direttim. Nedenini tam olarak bilmiyorum. Genelde çok satan kitaplara pek sıcak bakmam. Lakin bu; o, popüler kültür ürünü diyebileceğimiz kitaplardan değildi. Türk edebiyatının kült bir eseri, değerli bir yazarının ürünüydü. 

Bir gün kitaplara dair bir blogda, Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi isimli yapıtına ait bir makale okuyordum. Makalede, Pamuk'un aşkı ustalıklı anlatımı övülüyordu. Yazının sonunda, bu yoruma; karşı bir yorum yapılmış:" Masumiyet Müzesi'nde aşkın anlatımını beğenenler, henüz Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sını okumamış kişilerdir" denilmişti. İşte o dakikada bu kitabı okumam gerektiğine karar verdim. Ve şimdi diyorum ki, keşke çok daha önce okusaydım. 

7 Temmuz 2015 Salı

Aylak Adam - YUSUF ATILGAN

Hayat bir arayış aslında. Aylak adamın ise bu arayış için zamanı çok. Parası olan ama zengin olmayan bir adam Bay C. Kitabı okurken O'nun insanları gözlemleyişi, olayları yorumlayışı sizi şaşırtacak. Kitapta geçen bir ifade var: "Seni, içinin demir parmaklıklarından azad edeceğim" diyor. Aslında hikaye baştan sona, kahramanımızın kendisini geçmişinden azad etme çabası. Başarıyor mu derseniz, bence çok yaklaşıyor. Kitabın sonunda bunun kararını sizler vereceksiniz. 

Bay C., hayatın tek düzeliğini, insanların can sıkıntılarını giderme gayreti ile kendilerine yeni yollar arayışını, bu sırada daha monoton bir hayatın girdabında kayboluşlarını anlatırken, O'nun aylaklığına hak vermemek elde değil.

2 Temmuz 2015 Perşembe

Satranç - STEFAN ZWEIG

Stefan Zweig“Hem çok eski hem de yepyeni, düzeneği hem mekanik hem hayal gücüne bağlı, hem sabit geometrik bir alanla sınırlı hem de bileşenleri sınırsız, hem sürekli gelişen hem de kısır, hiçbir şeye götürmeyen bir düşünme, hiçbir şeyi hesaplamayan bir matematik, yapıtları olmayan bir sanat, maddesi olmayan bir mimari, bununla birlikte varlığıyla bütün kitap ve yapıtlardan daha dayanıklı olduğu su götürmez, bütün halklara ve bütün zamanlara ait tek oyun.” 

Kitapta "Satranç"ın tanımı böylesine mükemmel ifadelerle sunuluyor okuyucuya. Hikaye satrancı mihenk taşı olarak alıp kurgusunu şekillendirse de verilmek istenen mesaj, anlatılmak istenen olgu çok farklı. Özetle bu kitabı okurken satranç isimli oyunun varlığından haberdar olmanız yeterli, derinlemesine oyun kurallarını bilmenize gerek yok. Elbette oyunu gerçek anlamda bilenler için, kitabı okumak çok daha zevkli olabilir.

30 Haziran 2015 Salı

6-7 Eylül 1955 Olayları - RIFAT N. BALİ

kitaplar6-7 Eylül 1955 tarihi; İstanbul'un farklı kültürlerden oluşan yapısına vurulmuş bir darbe olarak hatırlanır. Azınlıkların ekonomik hayattaki üstünlüklerinin törpülenmek istenmesi; mevcut iktidarın liberal politikalarını değiştirmiş, Türk Halkının Kıbrıs sorunu karşısındaki hassasiyetinden de faydalanılarak, Selanik'te, Atatürk'ün evinin bombalandığı haberinin 6 Eylül 1955 tarihinde yayılması ile halk galeyana gelmiş, başta Rumlar olmak üzere, Ermeni ve Yahudi azınlıkların dini yapıları, iş yerleri, mezarlıkları elleri sopalı kalabalık gruplarca yakılıp, yıkılarak tarumar edilmiştir.

Şahane Hatalar - HEATHER MC ELHATTON

KitapOkurken, eğlenmek mi istiyorsunuz ? Ağır metinler arasında kaybolmadan, oyun oynarken, yaşamı keşfetmek mi arzunuz ? O halde bu tam da aradığınız kitap. Okumaya dair tüm rutinlerinizi unutun. Bu kitabı okurken ilk sayfadan başlayıp sona doğru gitmek zorunda değilsiniz. İlk sayfadan, en sona geçebilir sonra yeniden geri dönüp orta sayfaları okuyabilirsiniz. Tıpkı hayat gibi, yolculuk sizi nereye götürürse.

Ancak bu kitabı okurken, hayatta yol ayrımlarının ne kadar önemli olduğunu fark edeceksiniz. İyi olacağı düşünülerek verilen kararların, kimi zaman tahmininiz dışında kötü neticelenebileceğini, aksine istemeyerek girdiğiniz bir yolun sonunda ışığa ulaşabileceğinizi görmek; hayat tesadüf mü, kader mi, mantıklı kararların ürünü mü, diye sorgulamanıza neden olacak.  

29 Haziran 2015 Pazartesi

Mübadil - HANDAN ÖZTÜRK

Türk yunan göçAtaları, Balkanlar'dan Büyük Mübadele sonucu bu topraklara yerleşmiş bir ailenin çocuğu olarak, bu göç dramına dair yaşanmış anıları dinleyerek büyümüştüm. Denize her baktığımda, benim kanımdan küçücük bir bedenin, yıllar önce bu göç hengamesinde sularda yitip gittiği aklıma gelir, içim sızlardı. Dedelerim hangi sokaklarda gezmiş, hangi evlerde yaşamış bilemezdim. Ama ne zaman ki bir Balkan Türküsü duysam içim sızlar, gözlerim dolardı. Sınırları belirlenmiş bir alan değildi vatan benim için. Dedelerimin hasretle yad ettikleri, benim ise hiç görmesem de özlemle andığım, Balkanlar da benim memleketim idi. Tıpkı Balkanlarda yaşayan pek çok aile için, Türkiye'nin de hala memleketleri olmaya devam ettiği gibi.

25 Haziran 2015 Perşembe

Yabancı - ALBERT CAMUS

"Anam ölmüş bugün. Belki de dün bilmiyorum. Huzur evinden bir telgraf aldım: "Anneniz vefat etti. Yarın kaldırılacak. Saygılar" Bundan birşey anlaşılmıyor. Belki de dündü." 

Roman, bu satırlarla başlıyor. Yazar; acıların en can alıcı olanını, anneyi yitirişi seçmiş. Bu büyük acı karşısında öylesine umarsız, dingin, tepkisiz bir roman kahramanı ile karşı karşıya kalıyorsunuz ki, önce afallıyor, sonra anlamaya çabalıyorsunuz. Satır aralarında roman kahramanımız Meursault "Bu benim suçum değil." diyor. Sanki ölüm karşısındaki kayıtsız duruşuna kızacağınızı hissetmiş gibi. Sonra O'nu anlamaya başlıyorsunuz. Ölüm varken yaşanılan olaylara anlam yüklemenin saçmalığını hissederek.

Komşusu köpeğini yitirince "üzülme, yenisini alırsın" diyor. İnsanoğlu her şeye alışıyor. Kayıplar geride bırakılıp, yola devam ediliyor. Siz de devam etmediniz mi, diye soruyor sanki kitap bizlere.  

21 Haziran 2015 Pazar

Gülünün Solduğu Akşam - ERDAL ÖZ

Erdal Öz, ceza evinde volta atıyordu. Yanındaki uzun boylu adam, " En güzeli de o. Roman olmalı. Kuru kuru anlatılmamalı. Kalıcı bir şey olmalı. Yarına kalmalı. Unutulmamalıyız. " dedi. Yazar, o an ceza evinin avlusunda bir roman kahramanıyla yan yana yürüyor olduğunu fark etti. O kahraman, Deniz Gezmiş'ti. 

Gülünün Solduğu Akşam, Erdal Öz'ün Mamak Askeri Ceza Evinde Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ile olan konuşmalarından, bu gençlerin avukatları ve aileleri ile olan irtibatlarından derlediği belgelerle oluşturulmuş bir kitaptır. Hangi ideolojik görüşe sahip olursanız olun, inandıkları idealleri uğruna ölüme korkusuzca giden bu üç gencin mücadeleleri, ölüm karşısındaki dik duruşları, ölümleri sonrasında babalarının tavırları ve tüm yaşananlar yüreğinize dokunacak, içinize tarifi güç bir hüznün dolmasına sebep olacaktır.

18 Haziran 2015 Perşembe

Da Vinci Şifresi - DAN BROWN


Louvre Müzesinin zemininde boylu boyunca uzanmış çıplak bir adam cesedi. Öldürülen kişi; müze müdürü, aynı zamanda Sion Tarikatı'nın büyük sırrına sahip kişilerden biri. Sırrın sahipleri tek tek öldürülmüş, sıra müze müdürüne gelmiştir. Peki O ölünce sır da kaybolup gidecek midir ? Müze müdürü buna izin vermez. Son nefesini vermeye yakın, müzenin zemininde, Leonardo Da Vinci'nin Vitrivius Adamı gibi uzanır. Sadece özel ışıkla görülebilen kalem ile yere simge bilim profesörü ve torununu imleyen harfleri yazar. Duruşu, yazdıkları ve Da Vinci'ye yönelten gizli mesajı ile Hristiyanlığı sarsacak, H.z. İsa'ya ait büyük bir sırrı son nefesinde torununa aktararak bu dünyadan göçüp gider.

Daha sonra okuyucu kendini sırra ulaşma yolunda heyecanlı bir serüvenin içinde bulur. Roman başından sonuna kadar bir bulmacanın eksik parçalarını adım adım çözerek, büyük sırra ulaşmaya çalışır. Bu sırada Pagan dininin Hristiyanlığa karışmış sembollerini, bu sembollerin görünenin dışındaki gizli anlamlarını da öğrenmeye başlarsınız. Da Vinci'nin tablolarında gizlenmiş sembolleri, bu sembollerin H.z İsa'ya ait hangi sırrın sessiz fısıltısı olduğunu, kitap satırları paylaşır sizinle. 

Körlük - JOSE SARAMAGO

İnsan hayatının belirli evreleri vardır. Misal, yaşadığınız olaylara mantık dışı yorumlar getirdiğiniz çocukluk evresi ve sonrası. Çocukluk dönemimde geçirdiğim göz ameliyatına muhtemelen çocukça anlamlar yüklemem ilerleyen yaşlarımda bana karanlık fobisi olarak geri döndü.

Korkum karanlık değil, zifiri karanlıktı. Zira zifiri karanlık, kör olduğum algısına dönüşüp paniklememe sebep oluyordu. Karanlık odada uyuyamamak, derin uykuda dahi elektrik kesintisini hissederek yataktan fırlamak, asansöre her bindiğimde elektrik kesilmesi halinde o kapalı kutunun hiçbir yerinden ışığın içeriye sızamayacağını düşünüp tedirgin olmak, sinemaya gitmekten çekinmek gibi. 

Kör olmak konusunda böylesine takıntıları olan birisi olarak üzerinde "Körlük" yazan bir kitabı alıp almamak konusunda ilk önce tereddüt ettim. Kitabın içeriği ve vermek istediği mesaj hakkında hiç bir fikrim yoktu. Bu kitap fobimi arttırabilir ya da azaltabilirdi? Ya da ismi ile teması arasında düşündüğümün ötesinde bir bağlantı da olabilirdi ? Tüm tereddütlerime inat kitabı almaya karar verdim.

12 Haziran 2015 Cuma

Kafamda Bir Tuhaflık - ORHAN PAMUK


Roman kahramanımız Mevlut'ün, sevdiği kızı kaçırma macerası ile başlıyor hikaye. Gecenin karanlığında heyecan ve panik ile kaçırdığı kızın, yüzünü gördüğünde anlıyor, kandırıldığını. Sevdiği kız yerine, kızın ablası ile baş başa kaldığını. 

Roman; 1950'lerden günümüze başta İstanbul olmak üzere ülke genelindeki değişimleri bir albümdeki fotoğraf kareleri gibi önümüze seriyor. Siyasilerin, ordunun, bürokrasinin, sermayedarların karşısında insanımızın saflığını ve kandırılmışlığını da tokat gibi vuruyor yüzümüze.

Mevlut, boza satarak İstanbul sokaklarında gezerken; bizler de şehrin yıllar içindeki değişimini izliyoruz, roman kahramanımızın gözünden. Anadolu'dan gelerek şehirde tutunma mücadelesini, önce gecekondularda ardından sosyal konutlar adı altındaki yüksek yapılarda, sıkışmışlık hissi içindeki yaşamını takip ediyoruz.