12 Haziran 2015 Cuma

Kafamda Bir Tuhaflık - ORHAN PAMUK


Roman kahramanımız Mevlut'ün, sevdiği kızı kaçırma macerası ile başlıyor hikaye. Gecenin karanlığında heyecan ve panik ile kaçırdığı kızın, yüzünü gördüğünde anlıyor, kandırıldığını. Sevdiği kız yerine, kızın ablası ile baş başa kaldığını. 

Roman; 1950'lerden günümüze başta İstanbul olmak üzere ülke genelindeki değişimleri bir albümdeki fotoğraf kareleri gibi önümüze seriyor. Siyasilerin, ordunun, bürokrasinin, sermayedarların karşısında insanımızın saflığını ve kandırılmışlığını da tokat gibi vuruyor yüzümüze.

Mevlut, boza satarak İstanbul sokaklarında gezerken; bizler de şehrin yıllar içindeki değişimini izliyoruz, roman kahramanımızın gözünden. Anadolu'dan gelerek şehirde tutunma mücadelesini, önce gecekondularda ardından sosyal konutlar adı altındaki yüksek yapılarda, sıkışmışlık hissi içindeki yaşamını takip ediyoruz. 

Kürt, kelimesinin yüksek sesle telaffuz edilemediği, sağ sol mücadelelerinin şehrin sokaklarını kutuplaştırdığı bir dönemde, hiçbir siyasi kimliğe ya da ideolojiye sahip olmayan Mevlut'un, hem bu kaos içinde oradan oraya savrulmuşluğunu gözlemliyor hem de hikayesini yaşarken kafasındaki tuhaflığın nedenini anlamaya çabalıyoruz. 

Sadece köklerinin bağlı olduğu coğrafi bölgelere bakarak, ülkenin bir kesiminin diğerlerine karşı yıkılması güç ön yargılara sahip olduğunu görüyoruz romanda. İnsanları siyasi görüşlerine, dini inanış ve yaşam tarzlarına göre sınıflandırıp, kendilerini bu zümreden daha üstün gören kesim karşısında, kimi zaman aynı hatayı kendimizin de yaptığını fark edip utanıyoruz, hikayenin satırlarını okurken. 

Dinin siyaset sahnesinde belirdiği, cemaatlerin şehrin labirentlerinde kendilerine yer bulduğu bir ortamda, kafasındaki tuhaflıklara cevap arama umuduyla kendini ,farkında olmaksızın bir cemaat ortasında bulan Mevlut ile birlikte biz de giriveriyoruz o ortama.

Özetle; İstanbul'un değişen mimarisi, kültürü, siyasi çehresi içinde, bu değişimin sebebi ve tanığı olan insanların, en başta ekmek mücadelesinde yine bu şehirdeki sessiz savaşının sesi bu kitap. 

Bu kitabı okuduktan sonra sokak satıcılarına daha farklı bir gözle bakacak, televizyonda çok bilmiş edalarıyla, "Sokakta satılan gıdaları almayalım, sağlıklı değil." diyen uzmanlara içten içe kızacaksınız. Belki de her gün önünden gelip geçerken yok farz ettiğiniz köşedeki pilavcıya, simitçiye bu kitaptan sonra farkındalıkla bakacak, o tekerlekli arabanın gerisinde saklı hayatı merak edeceksiniz. Benim gibi hayatınızda hiç boza içmemiş olsanız da kış geceleri, karanlığın gerisinden duyduğunuz "Bozaaa" haykırışı yüreğinizi titretecek, pencereyi açıp sesleneceksiniz; "Bozacııı..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder