Roman kahramanımız
Mevlut'ün, sevdiği kızı kaçırma macerası ile
başlıyor hikaye. Gecenin karanlığında heyecan ve panik ile kaçırdığı kızın, yüzünü gördüğünde anlıyor,
kandırıldığını.
Sevdiği kız yerine, kızın ablası ile
baş başa kaldığını.
Roman; 1950'lerden
günümüze başta İstanbul olmak üzere ülke
genelindeki değişimleri bir albümdeki fotoğraf kareleri gibi önümüze
seriyor. Siyasilerin, ordunun, bürokrasinin,
sermayedarların karşısında insanımızın saflığını ve kandırılmışlığını da
tokat gibi vuruyor yüzümüze.
Mevlut, boza satarak
İstanbul sokaklarında gezerken; bizler de şehrin yıllar içindeki değişimini izliyoruz, roman
kahramanımızın gözünden.
Anadolu'dan gelerek şehirde tutunma mücadelesini,
önce gecekondularda ardından sosyal konutlar adı altındaki yüksek
yapılarda, sıkışmışlık
hissi içindeki yaşamını takip ediyoruz.
Kürt, kelimesinin
yüksek sesle telaffuz edilemediği, sağ sol mücadelelerinin
şehrin sokaklarını
kutuplaştırdığı bir dönemde, hiçbir siyasi kimliğe ya da ideolojiye sahip olmayan
Mevlut'un, hem bu kaos içinde oradan oraya savrulmuşluğunu gözlemliyor hem de hikayesini yaşarken kafasındaki tuhaflığın nedenini anlamaya çabalıyoruz.
Sadece köklerinin bağlı olduğu coğrafi bölgelere
bakarak, ülkenin bir kesiminin diğerlerine karşı yıkılması güç ön
yargılara sahip olduğunu görüyoruz romanda. İnsanları siyasi görüşlerine, dini inanış ve
yaşam tarzlarına göre sınıflandırıp, kendilerini bu zümreden
daha üstün gören kesim karşısında, kimi zaman aynı
hatayı kendimizin de yaptığını fark
edip utanıyoruz, hikayenin satırlarını okurken.
Dinin siyaset
sahnesinde belirdiği, cemaatlerin şehrin labirentlerinde kendilerine yer
bulduğu bir ortamda, kafasındaki tuhaflıklara cevap arama umuduyla kendini ,farkında olmaksızın bir cemaat ortasında
bulan Mevlut ile birlikte biz de giriveriyoruz o ortama.
Özetle; İstanbul'un
değişen mimarisi, kültürü, siyasi çehresi
içinde, bu değişimin sebebi ve tanığı olan insanların, en başta ekmek mücadelesinde
yine bu şehirdeki sessiz savaşının
sesi bu kitap.
Bu kitabı okuduktan
sonra sokak satıcılarına daha farklı bir gözle bakacak, televizyonda çok bilmiş
edalarıyla, "Sokakta satılan gıdaları
almayalım, sağlıklı değil." diyen uzmanlara içten içe kızacaksınız. Belki de her gün önünden
gelip geçerken yok farz ettiğiniz köşedeki pilavcıya,
simitçiye bu kitaptan sonra farkındalıkla bakacak, o tekerlekli arabanın gerisinde saklı
hayatı merak edeceksiniz. Benim gibi hayatınızda hiç boza
içmemiş olsanız da kış geceleri, karanlığın gerisinden duyduğunuz
"Bozaaa" haykırışı yüreğinizi
titretecek, pencereyi açıp sesleneceksiniz; "Bozacııı..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder