17 Eylül 2015 Perşembe

Genç Bir Köy Hekimi - MİHAİL BULGAKOV

doktorÜniversiteden yeni mezun olmuştum. 22 yaşındaydım. Elime verilen kağıtta, "Mimar, unvanını almaya hak kazanmıştır." yazıyordu. Ancak ben ne kadar mimar idim, bu mesleğin gerektirdiği bilgiye, etki ve yetkiye ne kadar sahiptim, emin değildim. Bir otel inşaatının şantiyesinde göreve başladım. Otel katları arasında geziniyor, ölçüler alıyor, işçilere talimatlar veriyor, şantiyenin bir köşesinde, ofis olarak düzenlenmiş odada, masamın başına geçip çizimler yapıyordum. Minyon yapım ve yaşımın küçüklüğü ile küçük bir kız çocuğunu andırdığımın farkındaydım. Bu nedenle mümkün mertebe dik yürüyor, yüzüme ciddi bir ifade takınıyordum. Bazen olmadık zamanlarda ofisin kapısı açılır, dışarıdan gelen bir yabancı "Mimar nerede?" diye sorardı. Böyle zamanlarda eskizlere eğilmiş başımı kaldırır, sırtımı dikleştirir, yüzüme ciddi ve sert ifadeyi takınarak; "Mimar benim" derdim. Ancak içten içe "Bu adamda nereden çıktı, inşaat da bir sorun mu var, ya  çözümlenemeyen bir detay varsa, buna yanıt vermem istenir de ben cevabı bulamazsam" diye paniklerdim. 

Zamanla projeleri çizip, resmi kurumlardan onayları aldıkça, hissettiğim ürkeklik yerini cesarete bıraktı. Amma velakin, hiçbir zaman, işçilere talimatlar verebilecek bir mizaca sahip olamayacağımı anlamıştım. Bazı meslekleri yapmak, kişinin hamurunda o işe yatkınlığı da gerektirir. Ben, mimar olabilecek bir mayaya sahip değildim, bunu fark etmiştim. Nitekim yıllar sonra, mimarlığın dışında çok farklı bir yönde, finans alanında, iş yaşamıma devam ediyorken bulacaktım kendimi.

Mihail Bulgakov'un kitabını anlatmak için yola çıkmışken, bu uzun girizgahta nereden çıktı, diye sorabilirsiniz. Bulgakov isimli bir yazarın varlığından bu kitabı okuyuncaya dek benim de haberim yoktu. Benim gibi bilmeyenler için söylemeliyim, Bulgakov bir Rus yazar. Ancak aslen bir tıp doktoru. Tıpkı, benim mimarlıktan vazgeçişim gibi, O da kısa bir dönem doktorluk yaptıktan sonra, bu mesleğini bırakarak, yazarlığa devam etmiş. 

Genç Bir Köy Hekimi de, yazarımızın üniversiteden yeni mezun bir tıp doktoru olarak, Rusya'nın ıssız bir köyünde, tek başına, hastalara şifa dağıtırken, o tecrübesiz ve toy halini anlattığı, başından geçen trajikomik olayları resmettiği kitabı. 

Yukarıda, kendi yaşam tecrübemi yansıttığım gibi, O da, 25 yaşının gençliğini gizlemek, doktor ünvanının ağırlığını ve ciddiyetini etrafında hissettirmek için, asık yüzlü durmaya gayret edip, hatta gözlük takarak, bu imajını güçlendirmeyi bile düşünmüş. Yine benim gibi mesleği ile ilgili yetersiz kalmaktan, sorulara cevap verememekten, çözümleyemeyeceği sorunlar ile karşılaşmaktan endişe duymuş.  Onun acemice göreve başlayışı ile benim mimarlık tecrübem o kadar birbirine örtüşüyordu ki, ya da Bulgakov hissiyatını öylesine anlaşılır bir şekilde okuyucuya yansıtmayı başarmıştı ki, ben; kitaptan öte Bulgakov'u çok sevdim. O'nun, duygularını; olduğu gibi, süslemeden, kendini saklamadan yazıya döküşüne vuruldum. O'nunla olan benzerliklerimiz de bu sevgimi daha da pekiştirdi.

Kitap, üniversiteden yeni mezun bir doktorun, ilk görev yerine gidişi ile başlıyor. Daha sonra, doktorun ve yakın çevresindekilerin yaşadıkları, hikayeler şeklinde bölüm bölüm anlatılmakta, özetle kitap öykülerden oluşmakta.

Doktorumuz, yukarıda sözünü ettiğim gibi mesleğini ilk kez uygulamaya başladığından dolayı, aslında kendi kapasitesinden, neyi ne ölçüde yapabileceğinden kendisi de emin değil. Kendi iç sesiyle olan konuşmalarında sürekli bir kaygı ve endişe var:

"İşte alışacağım da... Peki, ya fıtığı olan bir hasta getirirlerse bana? Söyleyin nasıl "alışacağım" buna ? Peki fıtığı olan bir hasta benim ellerimde nasıl hissedecek kendini? Hasta öteki dünyada "alışacaktır" (böyle düşünürken sırtım buz kesiyordu)...

Ya apandisiti iltihaplı olan bir hasta? Öf ! Ya difterili köy çocukları? Trakestomi ne zamandı?  Aslında trakestomi olmasa da başka sıkıntılarım olacak...Ya...ya.... doğumlar! Evet, doğumları unuttum! Ters bir durum! O zaman ne yapacağım? Ha? Ne akılsız bir insanım! Böyle bir yere gelmeyi kabul etmemem gerekirdi. Benim yerime başkası gelmeliydi."

Doktorları, her soruna doğru ve kesin çözümler bulabilecek, ya da bulması gereken insanlar olarak görürüz. Bedenimizde bir sorun vardır, bu sorunu hatasız bir şekilde bulmalı ve ortadan kaldırmalıdır. Mevzu insan hayatı olunca, yanlış çözümler üretme şansı yoktur, doktorların. Oysa ki bu kitaptaki hikayeler, onların insani yönlerini, en az hasta kadar hatta daha fazlasıyla endişelenip panikleyebileceklerini gösteriyor bize. 

İlki "Genç Bir Köy Hekiminin Hatıraları" ana başlığı altında sıralanmış yedi ayrı hasta ve doktor  hikayesinden oluşmakta. Bir babanın, tarlada çalışırken yaralanıp, ölmek üzere doktora yetiştirdiği kızını, doktorumuzun nasıl tedavi ettiğini.

Nefes almakta zorlanan bir kız çocuğunun, boğazının delinerek, çelik bir boru takılması kararına ailesinin nasıl ikna edildiğini, ilk kez böyle bir ameliyatı gerçekleştirecek doktorumuzun ise içinde fırtınalar koparan panik duygusunu dışarı yansıtmadan, nasıl soğukkanlı hareket edebildiğini. 

Göz kapağı, sıradan bir iltihaplanma ile şişen küçük kız çocuğunu gören doktorumuzun, acemilikle şaşırarak, kızın gözünü bulamayıp, gözün kaybolduğunu düşünmesini, gülümseyerek okuruz.

İkinci hikayenin başlığı "Bir Doktorun Olağanüstü Serüvenleri" ise savaş döneminde, cephede doktorluk yapmanın güçlüklerinden bahseder.

Üçüncü hikaye "Ben Öldürdüm" bir doktorun Rus devrim yıllarında gaddar bir subayı öldürmesini.

Dördüncü hikaye "Morfin" ise kendi ağrılarını gidermek için morfine başvuran bir doktorun, daha sonra uyuşturucu batağına saplanıp, yaşadığı gelgitler neticesinde, hazin ölümünü anlatır.

Benim en keyif alarak okuduklarım ise, Genç Bir Köy Hekiminin Hatıraları ile Morfin idi. 

Yazımı kitapta geçen bir paragraftan alıntı ile bitirmek istiyorum:

" Çok eski zamanlarda akıllı insanlar mutluluğun sağlık olduğunu saptadı: Varken farkına varamazsınız. Ama aradan yıllar geçtiğinde yaşadığınız o mutluluğu nasıl anarsınız, nasıl anarsınız özlersiniz! "

Kalın sağlıcakla...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder