24 Eylül 2015 Perşembe

Acı Çikolata - LAURA ESQUIVEL

Latin Amerika EdebiyatıMasal tadında bir kitap okudum. "Acı Çikolata", büyülü gerçeklik tarzında yazılmış bir roman, yani bir nevi modern masal. Kimi anlatımlar özellikle abartılmış, ancak bu abartı; uyumsuz durmanın ötesinde, yerinde ve anlaşılır vurgular sağlıyor. 

Kitap kapağında da belirtildiği üzere, içerisinde yemek tarifleri, aşk ve kocakarı ilaçları bulunan bir hikaye. Yemeğin hayattaki anlamı ve ağırlığı öylesine incelikle anlatılmış ki, hayran olmamak mümkün değil. Hani hep derler ya; yemeğin lezzeti, o yemeği yapan kişinin ona kattığı sevgidendir, diye. İşte bu hikaye duyguların yemekler yoluyla anlatımı, bu yolla insanlara aksettirilişini ifade ediyor. 

Aşkın hüzünlü gözyaşları ile harmanlanmış bir yemek, yiyenleri hüzünlendiriyor. Öfkeli bir yüreğin, hırçın ellerinde yemeğe bulaşan kan damlaları, zehirliyor insanları. Peki, ya aşkın şehveti bulaşırsa yemeğe ? 

Her bölümde ayrı bir lezzet, ayrı bir duygu ile yavaş yavaş ilerliyor hikaye. Geleneklere bağlı bir ailenin üç kızının en küçüğüdür, Tita. Ve der ki gelenekler, en küçük kızlar annelerine bakmakla yükümlü olup, asla evlenemezler. Özgürlüğüne ve aşkına ket vuran bu kuralı bilircesine, Tita doğduğunda öyle çok ağlamıştır ki, sel olmuştur göz yaşları. Büyüyüp gönlü aşka düşer günün birinde; yemek yapmak en iyi bildiği şeydir ya, hayatı da, mutfağın ince detayları ile anlamlandırır, tıpkı aşkı betimlediği aşağıdaki satırlar gibi:

"Kafasını çevirdiği anda gözleri Pedro'nun gözleri ile buluştu. O anda, lokma tatlısı yapılırken kaynamakta olan sıvı yağa atılan hamurun neler hissettiğini, çok iyi anladı"

Amma velakin sevdiği adam ile evlenmesine izin vermez annesi, gelenekler gereği. Daha da acısı, ablası evlenir Pedro ile. Yalnızlığını, kırılganlığını, unutulmuşluğunu anlatır yine yemek yoluyla Tita bize.

"Büyük bir ziyafetten sonra servis tabağında  unutulup,tek başına bırakılmış, ceviz soslu biber dolması bile bu kadar yalnız olamazdı."

Daha sonra yemekler, ziyafetler birbirini izler. Yemekler yoluyla Tita'nın duygularını, bu duyguları nasıl insanlara ulaştırdığını izleriz, satırları okudukça. Ve aşka engel koymanın mümkün olup olmadığını sorgularız, kendi kendimize. Ruha can veren sevginin yokluğunda, insanın nasıl cansız bir ruha dönüştüğünü anlarız, aşağıdaki satırlarda.

"Hepimiz içimizde bir kutu kibritle doğarız. Ama tek başımıza bunu yakamayız. Oksijene ve mum alevine ihtiyacımız vardır. Oksijen, sevdiğimiz insanın nefesinden gelebilir. Mum aleviyse güzel bir yemek, müzik, okşamalar ya da güzel sözlerdir. Bunlardan biri parlamaya neden olur ve içimizdeki kibritlerden birini yakar. İçimize çok hoş bir sıcaklık yayılır. Sonra yeni bir parlama olur ve içimizde bir kibrit daha yanar. Bunlar yanarak ruhumuzun beslenmesine yardımcı olur. Bir kişi eğer kendi tutuşturucularını zaman içinde keşfedemez ise içindeki kibritler nemlenir, hiçbir şekilde yanmaz olur. O zaman ruhumuz ,bedenimizi terk eder." 

Tita yaşayan bir ölüye mi dönüşecektir, yoksa kendi gerçeklerinin izinde mutlu olmayı başarabilecek midir, buna romanın sonunda sizler karar vereceksiniz. Ve romanda ifadesini bulan herkesin kendi gerçeklerinin tek doğru olabileceğini fark ederek, kendi doğrularınızın peşinden gitmeyi arzulayacaksınız.

"Bir tek gerçek vardır, o da gerçek diye bir şey olmadığıdır. Gerçek, herkesin baktığı noktaya göre değişir. Yapmanız gereken, kendi gerçeğinize değer vermektir."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder