29 Ekim 2015 Perşembe

Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş - JOSE SARAMAGO

kitap"Ertesi gün hiç kimse ölmedi." Kitap bu cümle ile başlıyor. Bir an için kulağa çok hoş geliyor, öyle değil mi? Ölümsüzlük vukû  bulsa, zaman ilerlese ,ancak hiç kimse ölmese. Siz ve sevdikleriniz sonsuza dek yaşasa, tıpkı pembe bir hayal gibi. Ne güzel olurdu, değil mi ? Bence bu soruya José Saramago'nun "Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş" kitabını okumadan, aceleyle cevap vermeyin. Zira kitabı okurken, ben; "iyi ki ölüm varmış" noktasına kadar geldim. 

José Saramago oldukça farklı bir yazar, kuralların dışındaki yazım tarzı, hayatın doğal akışına inat sıra dışı konulara değinmesi, yaşarken sorgulamadığımız pek çok konuyu kendi kendimize sormamıza sebep olması ile diğer pek çok yazardan ayrılıyor. Bu kitap da diğer kitapları gibi imlâ kurallarından bağımsız yazılmış. Nokta ve virgül dışında işaretlere yer yok, konuşma imlemeleri yok, satır başları bile kuralsızca konumlanmış. Peki bu durum okumayı ve anlamayı güçleştiriyor mu? Kesinlikle hayır, bilakis ben çok zevk alarak ve kolaylıkla okudum. 
Saramago ile ilk tanışmamız "Körlük" isimli eseri ile olmuştu. Ki bu eser sinemaya da uyarlanmış. Tıpkı "Körlük" gibi, bu kitap da hayatın doğal akışına ters bir durumdan yola çıkarak, hayatın çıkmazlarına çoğu kez mizahi yollarla yaklaşıp bizleri derin düşüncelere sevk etmeyi başarıyor. 

Yılbaşı gecesinin ertesi günü ülkede kimse ölmüyor. Ağır hastalar can çekişir halleriyle, yakınlarının her an son nefeslerini vereceklerini beklerken öylece kala kalıyorlar, tıpkı arafta gibi, ne yaşar ne ölü. Korkunç trafik kazalarında yara almış bedenleri ile insanlar, ölmeksizin kala kalıyor. Genci yaşlısı hiç kimse ölmüyor.

Devlet açıklama yapıyor, endişelenecek bir şey yok diye. Oysaki ülkede bir savaş olsa ya da salgın hastalık, ölü sayısı her geçen gün artsa endişelenecek bir durum vardır. Ancak şimdi kimse ölmüyor, o halde endişelenecek bir durumda yok, mu acaba ? Ya da bir başka şekliyle soralım, daha düne kadar ölüm rutin seyrinde ilerleyip, ülke insanlarının yaşamlarını sonlandırırken endişelenecek bir durum vardı da, şimdi ölümsüzlük egemen olunca mı endişelenecek bir şey yok ?

Kitapta ifade edildiği şekliyle "içinde sen cennete, sen cezanı çekmeye, sen doğrudan cehenneme yazan, ancak ölüm anında açılacak mühürlü bir zarf da yoktu artık" bu durum da doğal olarak en çok kiliseyi rahatsız ediyor. Zira ölümün varlığında anlam bulan diriliş hikayesi, ölüm ortadan kalkınca anlamını yitiriyor. Bu durum "Dinin varlığı, ölümün varlığına mı bağlıdır? Ölüm olmayınca din de anlamını yitirir mi ?" sorularını sormamıza neden oluyor. Ve kitaptan bir alıntı: " Dinlerin varoluş nedeninin temelinde, ölüm olgusu yatmaktadır, din ile ölümün ilişkisi ateş ile barut gibidir, ateş olmadığı sürece barutun işlevi olmayacaktır. "

Ölümün yokluğu, bazı komik durumlara da yol açıyor. Mesela, cenaze levazımatçılarının işsiz kalması gibi. Öyle ya, birden bire ham madde kaynakları kesiliveriyor. Diğer yanda trajikomik ya da dramatik olaylarda baş gösteriyor. Hastaneler ve huzur evlerinde ne yatak ne de personel yeterli gelmemeye başlıyor. Hastalar ve yaşlılar koridorlarda yerlere öylece sıralanıyor. Bir müddet sonra devlet, iyileşme umudu olmayan ancak ölüm ortadan kalktığı için ölmeleri de beklenmeyen hastaların aileleri tarafından evlerine geri iade edilmelerine karar veriyor. Ve ölümün yokluğunun akla hayale gelmeyen onlarca çeşit sorunlarına kitapta mizahi bir dille yer verilmiş. Okurken hem gülüyor, hem düşünüyorsunuz.

Sonra ölüm, aniden bir başka yüzüyle geri dönüyor. Asırlarca, insanların canını ,onlara haber vermeksizin alıverişini haksızca bulup, ölmelerine bir hafta kala insanlara bunu haber vermeye karar veriyor. Ve eflatun renkli bir zarf, ölecek kişinin posta kutusuna, bir hafta kala konuveriyor. Zarfı alan kişi, bir hafta sonra öleceğini bilerek hayatını buna göre programlıyor, mu acaba? Sizce bu güzel bir uygulama olabilir mi? Her gün endişe içinde, posta kutunuzda eflatun renkli zarfın olup olmadığını kontrol ettiğinizi ve olmadığını görünce tanrıya şükrettiğinizi düşüne biliyor musunuz ? Hayat fazlasıyla kaygılı ve huzursuz olmaz mıydı ? Ya da o meşhur soruyu yinelersek, ömrünüzün son bir haftasına girdiğinizi bilseniz, neler yapardınız ? Peki ya sevdiklerinizi bir hafta sonra kaybedeceğinizi bilmek ? 

Ölüm; kitapta bir kadın olarak tasvir edilmiş Nedenini yazara sorabilmeyi çok isterdim, ölümü; neden kadına daha çok yakıştırdığını. José Saramago'yu sevdiğimi bir kez daha yinelemek isterim. O'nun kitapları, hayata başka bir boyutla bakıp, algılamamı sağlıyor. Ölüme, dine, yaşama, aşka bakışımı bu kitabın etkilediği gibi. Yukarıdaki satırlarda aşktan hiç söz etmedim. Ancak kitabın sonlarına doğru "aşk" da saklı satırlarda. Ya ölüm aşık olursa, aşık olduğu adamı kıyıp öldüre bilir mi? Peki; ya aşktan başı dönen ölüm, görevini yapmayı unutursa ?Tabi ki kitap başladığı cümle ile son bulur ; " Ertesi gün hiç kimse ölmedi." 

4 yorum:

  1. Antik çağda ölüm kadın..Kaçınılmaz ve geri dönüşü olmayan anlamına gelen Atrapos isminde bir kız. Kitap gerçekten ilginçmiş. Hoşlanarak okudum yazıyı. Bu aralar sana; ''Nerelerdesin çok ihmal ettin?'' diye hesap sorma moduna girmiştim ki tam ortaya böyle güzel bir incelemeyle çıktın :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler :) Ölümün, neden "kadın" olduğunun cevabı, demek Antik Çağ'da saklıymış.Bunu bilmiyordum. Blogu biraz ihmal ettiğimin farkındayım, dost acı söyler :) Tembellik yapıyorum, umarım bu rehavetten kısa sürede kurtulurum...

      Sil
  2. Kitap ilginç geldi bana, yazınızı okuyunca. Okunması gereken kitaplar listesine ekledim. :) Ve ölümü nasıl anlamlandırdığınıza bağlı olarak Seneca' nın sözü geldi aklıma: "Ölüm bazen bir ceza, bazen bir armağan, çoğu zaman da bir lütuftur."

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benim de aklıma bir zamanlar Oya- Bora ikilisinin seslendirdiği bir şarkı geldi.
      "Biz dünyayı çok sevdik, ölüm bizden uzak olsun" :)

      Sil