15 Nisan 2016 Cuma

İçimizdeki Şeytan - SABAHATTİN ALİ

İçimizdeki ŞeytanAslında kitabın başlığı pek çok şeyi anlatıyor. Engel olamadığımız zaaflarımız neticesinde yaptığımız ve hatta her seferinde bu son dememize karşın ısrarla tekrarladığımız hatalarımızı, şeytana havale etmekte üstümüze yoktur. Oysa ki suçlu, kendimizden başkası değildir. Peki; ya yaşam koşulları? Tekrarlanan hataların, karşı konulamayan zayıflıkların müsebbibi, hayatın zorlu koşulları olamaz mı? Olur elbette, ancak son kertede, zayıf bir mizaca sahip olmak da bir kabahat belki de..

Hikaye, tutkulu bir aşkla başlıyor. Öyle böyle değil. Sabahattin Ali, inci oyası işler gibi ilmik ilmik dokuyor bu aşkı. O betimlemeler, o hissiyat alıp götürüyor sizi. Hele bir bölümde, iki aşığın sandal keyfi, denizin ve mehtabın dansında tutkunun, hüznün, aşkın belirişinin ifade ediliş biçimi, Sabahattin Ali'nin edebi dehasını gözler önüne seriyor.   

Roman kahramanı Ömer'in siluetinde biçimlenen böyle bir aşkı, özlemle arzularken buluyorsunuz kendinizi. Peki; tutkuyla aşkının peşinden giden, böylesine ince ruhlu bir adam, çok mu mükemmel? Ne yazık ki değil. Ancak Macide nereden bilsin ki bunu ? Taşradan İstanbul'a gelmiş, yapayalnız bir kız O. Ömer'e aşık olduğundan mı, yoksa çaresizliğinden midir bilinmez, tutunuyor bu aşka, ya da hayata tutunmak için aşka.

Romanı okurken bu büyülü aşkın, evlilik sonrası nasıl çıkılması güç bir labirente dönüştüğünü görünce, "evlilik aşkı öldürüyor" ifadesi geçti aklımdan. Macide, belki gerçek Ömer'i birlikte yaşamaya başladıklarında tanımaya başlıyor. Ömer'in arkadaş çevresi rahatsız ediyor, Macide'yi. 1940 yılında kaleme alınmış bu hikayede Sabahattin Ali'nin, Ömer karakterinin çevresindeki aydınları ya da aydın müsveddelerini betimlerken, dönemin bazı düşünür ve yazarlarını eleştirmek amacında olduğu söylenir. Nitekim, romanın ilerleyen sayfalarında, Macide'nin eski bir tanıdığı olarak karşımıza çıkan Bedri karakterinin mantık süzgecinden geçmiş yargılamaları, sanki yazarın kendi görüşlerini dile getirir gibidir.

Kürk Mantolu Madonna

Ben ortaokul yıllarımda Reşat Nuri Güntekin eserlerinin hemen hemen tamamını okumuştum. Sabahattin Ali'yi ise yeni yeni keşfediyorum. Yakın dönemlerde yaşamış olmalarından olsa gerek, yazım uslubları ve kullandıkları kelimeler ile birbirlerine çok yakın olduklarını düşünüyorum. Çocukluğumda tanıştığım bir yazarla, yıllar sonra farklı bir mizaç ve bedene bürünmüş haliyle, yeniden karşılaşmak gibi bir his uyandırıyor, bu durum bende. Dünya görüşleri, edebi amaçları belki birbirinden çok uzak olabilir. Belki de birbirleriyle hiç ilgileri olmayabilir. Ama Sabahattin Ali'yi her okuduğumda Reşat Nuri Güntekin'i anımsıyorum.

İçine Osmanlıca, Farça tabirlerin karıştığı, zarif bir dil ile yazılmış bu eseri okumak, sizi geçmişe götürecek.. Aşkı, zaaflarımızı, karşı konulamayan hatalarımızı, aydın olmayı, gerçek anlamda entelektüel olmak ile yozlaşma arasındaki ince çizgiyi bulacaksınız bu hikayede.

İyisi mi, bu seferlik içinizdeki şeytana uyun ve okuyun bu kitabı.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder